Happy Happy

Happy Happy

20 Ağustos 2015 Perşembe

Zamanı durduran Toskana Kasabaları


















İtalya’ya gitmek için her zaman iyi bir bahanem vardır,  ama Toskana’ya âşık oluşum 3 sene önce izlediğim,  başrolünde Diane Lane’in oynadığı  Under the Tuscan Sun”  filmiyle başladı.  Gitmeden yaptığım araştırmalar, okuduğum gezi yorumları ve fotoğraf blogları hayal dünyamın film setini oluşturmuştu aslında. Yani ben öyle sanıyormuşum meğer! Toskana tüm hazırlıklarıma rağmen beni şaşırtmayı ve zaman durmuş da içinde “sadece ben” hareket ediyormuşum hissini yaratmayı başardı.

Hadi gelin şimdi minik bir bavul ve bir o kadar minik Vespa’mızla Toskana’yı keşfe çıkalım!

Grevi in Chianti
Dünyaca ünlü Chianti şaraplarının başkenti bu şirin kasaba. Kasabanın merkezi neresi diye sorduğunuzda, eski ama klasik kasap dükkânları, şarküteriler,  şarapçılar ve peynircilerle donatılmış bir oval meydanda buluyorsunuz kendinizi. Tüm ara sokakları bu meydana açılan Grevi Chianti’nin,  her sokağında sanki anneannenizin evindeki guguklu duvar saatine bakar gibi dalıp gidiyorsunuz.  Bu kadar bozulmamış ve ‘yavaş’ bir kasabada geçirdiğim birkaç saatin sarhoşluğunu daha da arttırmak şart.  O halde bir şarap tadımı için hemen Le Cantina’daki nefis Chianti şaraplarına bırakıyorum kendimi. (Bilmeyenlere not: Ünlü üzüm bağları, Chianti Classico olarak sınıflandırılan üzümler siyah horozlu etiketten tanınıyor.)
Antica Macelleria Cecchini; kasabanın bir diğer dünya markası.  Bir et sevdalısı  kasap Dario Cecchini’nin dillere destan restoranı. Yediğiniz etin tadını bir süre unutmayacağınıza eminim!



Monteriggioni
Grevi in Chianti’nin 35 km ötesinde, çok iyi korunmuş mini minnacık bir orta çağ köyü Monteriggioni. Köyün etrafı yüksek surlarla çevrili. Girişteki büyük otoparka aracınızı park edip, 20 dakikada içinde tüm kasabayı gezebiliyorsunuz. O kadar küçük ki; kasabada hediyelik eşya, şarap, zeytinyağı satan butik dükkanlar ve birkaç kafe var sadece. 13 yy.’dan beri korunmuş tarihi dokusu yüzümde bir gülümsemeyle bir sonraki köye uğurluyor beni.



Montepulciano
Montepulciano, bu kasabalar içinde en bilineni ve turistlerin to do list’inde yer alan popüler olanı. Ayrıca en yüksek rakıma sahip olanıymış, bunu kasabayı gezerken çıktığımız dik yokuşlar ve ara sokak merdivenlerine tırmanarak deneyimlemiş oldum. J
Montepulciano’nun bu kadar tanınmış olmasını sağlayan diğer iki şey: “pici” isimli makarnası (erişteden biraz daha kalın ve spagetti gibi uzun bir yapıya sahip) ve dünyaca ünlü  “Vino Nobile” kırmızı şarapları. Tabii ki her iki lezzet de sırt çantamdaki yerini aldı, ama benim aklımda kalan en tatlı yer Caffe Poliziano oldu. En az Montepulciano kadar eski bu kafe, nefes kesen Toskana manzarası, tarih kokan dekorasyonuyla, kasabadaki gezinize bir es verip gününüzü bir espressoyla taçlandırmayı hak ediyor.




Pienza
Montepulciano’dan sadece 20 dakika uzaklıkta şirin bir kasaba Pienza.
Kasabada bizden başka turist olmamasında mı, yoksa güneşi bir kadeh blushla Pienza’da batırdığımdan mı bilmem benim favorim oldu kendisi.
Duomo meydanı ve hemen yanındaki saray Palazzo Piccolomini kasabanın merkezi olarak kabul ediliyor.
İki kişinin yan yana zor yürüdüğü dar sokakları, evlerin önüne park edilmiş bisikletleri, balkonlardan sarkan rengarenk çiçekleri, pötikareli masa örtüleriyle akşam yemeğine hazırlanan şirin İtalyan restoranları… Toskana’da geçirdiğim son saatlere yakışır görkemli bir kapanışla uğurladı beni Pienza.

“Bu bir veda değil, kısa bir ayrılık” sözleriyle avutarak ayrılıyorum buralardan. Çünkü yeniden gelip gezilecek daha nice Toskana köyü, sokaklarında kaybolunacak daha çok kasaba var notlarımda!


3 Ağustos 2015 Pazartesi

Portofino

Nice’den Genova’ya doğru başlayan tren yolculuğumuzla tatilimizin İtalya ayağı başlamamış oldu! Genova'da araba kiraladık ve bundan sonra yazacağım tüm yerleri arabayla dolaştık.

İlk durağımız bir önceki minik yazımda yazdığım Camogli’ydi hatırlarsınız, sonra rotamızı o çok meşhur, dillere destan İtalyan kasabası Portofino’ya çevirdik.


Eskiden balıkçı köyü olan Portofino, bugün dükkanlarında ünlü markalara, limanında lüks yatlara ev sahipliği yapıyor. Liman bu dükkânlardan başka çeşitli turistik cafe ve restoranlarla dolu. Portofino, her zaman İtalya’nın en rağbet gören, en sosyetik ve en pahalı tatil beldelerinden biri olmuş. 1959 yılında Vittorio Palentieri'nin ünlü "I found my love in Portofino" şarkısı ile adını tüm dünyaya duyurmuş.


Kasaba sıkı koruma altında ve inşaat yasağı bulunuyor. Mevcut binalar da, estetiği muhafaza etmek adına sürekli renove ediliyor. Durum bu olunca kasabanın merkezinde sadece 3 adet otel bulunuyor. Onların da fiyatları oldukça yüksek. Dolayısıyla turistler buraya günübirlik gelmeyi tercih ediyorlar. Zaten kasaba o kadar küçük ki günübirlik gelip görmek de yeterli oluyor kesinlikle.







Portofino'nun olmazsa olmazları:

-Kaleye çıkıp muhteşem Portofino manzarasını görmelisiniz.(Castle Brown hergün 10:00-19:00 arası ziyaretçilere açık. Girişi 5 Euro.)
-Lüks dükkânlarını gezin.
-Denize girmek için Otel Hotel Paraggi'nin plajını tercih edin derim. Tam ama tam bir cennet! Veya limandan kalkan tekneler ile bir sonraki koy olan St. Fruttuoso'ya gidebilirsiniz.
-Sahildeki restoranlarda/kafelerde  keyif yapın.

 

Aslında turistik ve meşhur yerleri ziyaret etmekten çok keyif aldığım söylenemez. Portofino’yu görmeden de düşüncelerim bu yöndeydi ama ne kadar popüler olursa olsun, adına şarkı yazılacak kadar nefis tatlı bir kasabaymış!! 

Camogli

Mini minnacık bir İtalyan kasabası Camogli.

Asıl amacımız Portofino’yu görmekti aslında ama daha önce bu bölgeye gelen arkadaşlarımız Camogli’yi tavsiye edince biz de uğramak istedik bu şirin kasabaya. Üstelik Portofino'ya sadece 15 km uzaklıkta.




Bu küçük kasabada kendinizi huzur içinde ve dünyadan soyutlanmış hissediyorsunuz.
Sahil boyunca uzanan çarşısını gezin, plajında denize girin ve sahile inen dar sokaklarında dolaşın...
Sadece 2-3 saat kasabayı boydan boya gezip bitirmeniz için yeterli. Çok sevdim ben Camogli’yi!