İtalya’ya gitmek için her zaman iyi bir bahanem vardır, ama Toskana’ya âşık
oluşum 3 sene önce izlediğim, başrolünde
Diane Lane’in oynadığı “Under the Tuscan Sun” filmiyle başladı. Gitmeden yaptığım araştırmalar, okuduğum gezi
yorumları ve fotoğraf blogları hayal dünyamın film setini oluşturmuştu aslında.
Yani ben öyle sanıyormuşum meğer! Toskana tüm hazırlıklarıma rağmen beni
şaşırtmayı ve zaman durmuş da içinde “sadece ben” hareket ediyormuşum hissini
yaratmayı başardı.
Hadi gelin şimdi minik bir bavul ve bir o kadar minik
Vespa’mızla Toskana’yı keşfe çıkalım!
Grevi in Chianti
Dünyaca ünlü Chianti şaraplarının başkenti bu şirin kasaba. Kasabanın
merkezi neresi diye sorduğunuzda, eski ama klasik kasap dükkânları,
şarküteriler, şarapçılar ve peynircilerle
donatılmış bir oval meydanda buluyorsunuz kendinizi. Tüm ara sokakları bu
meydana açılan Grevi Chianti’nin, her
sokağında sanki anneannenizin evindeki guguklu duvar saatine bakar gibi dalıp
gidiyorsunuz. Bu kadar bozulmamış ve
‘yavaş’ bir kasabada geçirdiğim birkaç saatin sarhoşluğunu daha da arttırmak şart. O halde bir şarap tadımı için hemen Le Cantina’daki nefis Chianti şaraplarına bırakıyorum
kendimi. (Bilmeyenlere not: Ünlü üzüm bağları, Chianti Classico olarak sınıflandırılan üzümler siyah horozlu etiketten tanınıyor.)
Antica Macelleria Cecchini; kasabanın bir diğer dünya markası. Bir et sevdalısı kasap Dario Cecchini’nin dillere destan restoranı. Yediğiniz etin tadını bir süre unutmayacağınıza eminim!
Monteriggioni
Grevi in Chianti’nin 35 km ötesinde, çok iyi korunmuş mini
minnacık bir orta çağ köyü Monteriggioni. Köyün etrafı yüksek surlarla çevrili.
Girişteki büyük otoparka aracınızı park edip, 20 dakikada içinde tüm kasabayı
gezebiliyorsunuz. O kadar küçük ki; kasabada hediyelik eşya, şarap, zeytinyağı
satan butik dükkanlar ve birkaç kafe var sadece. 13 yy.’dan beri korunmuş
tarihi dokusu yüzümde bir gülümsemeyle bir sonraki köye uğurluyor beni.
Montepulciano
Montepulciano, bu kasabalar içinde en bilineni
ve turistlerin to do list’inde yer alan popüler olanı. Ayrıca en yüksek rakıma
sahip olanıymış, bunu kasabayı gezerken çıktığımız dik yokuşlar ve ara sokak
merdivenlerine tırmanarak deneyimlemiş oldum. J
Montepulciano’nun bu kadar tanınmış olmasını
sağlayan diğer iki şey: “pici” isimli makarnası (erişteden biraz daha kalın ve spagetti
gibi uzun bir yapıya sahip) ve dünyaca ünlü “Vino
Nobile” kırmızı şarapları. Tabii ki her iki lezzet de sırt çantamdaki
yerini aldı, ama benim aklımda kalan en tatlı yer Caffe Poliziano oldu. En az Montepulciano kadar eski bu kafe, nefes kesen Toskana manzarası,
tarih kokan dekorasyonuyla, kasabadaki gezinize bir es verip gününüzü bir
espressoyla taçlandırmayı hak ediyor.
Pienza
Montepulciano’dan sadece 20 dakika uzaklıkta şirin
bir kasaba Pienza.
Kasabada bizden başka turist olmamasında mı,
yoksa güneşi bir kadeh blushla Pienza’da batırdığımdan mı bilmem benim favorim oldu
kendisi.
Duomo meydanı ve
hemen yanındaki saray Palazzo Piccolomini kasabanın merkezi
olarak kabul ediliyor.
İki kişinin yan yana zor yürüdüğü dar
sokakları, evlerin önüne park edilmiş bisikletleri, balkonlardan sarkan
rengarenk çiçekleri, pötikareli masa örtüleriyle akşam yemeğine hazırlanan
şirin İtalyan restoranları… Toskana’da geçirdiğim son saatlere yakışır görkemli
bir kapanışla uğurladı beni Pienza.
“Bu bir veda değil, kısa bir ayrılık”
sözleriyle avutarak ayrılıyorum buralardan. Çünkü yeniden gelip gezilecek daha
nice Toskana köyü, sokaklarında kaybolunacak daha çok kasaba var notlarımda!
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder